Yine sabah oldu, yine uyandın. Bir süredir hissettiğin gibi kendini yine yorgun hissediyorsun. Uzun süredir hiç uyuyamadığından mı yoksa kafanın içinde dönüp duran düşüncelerden mi? Bilmiyorsun. Telefonunu alıyorsun eline, hemen saate bakıyorsun, kaç saat uyumuş olabileceğini tahmin edebilmek için. Peki dün gece uyudun mu? Yoksa tüm gece düşünüp durdun mu? Bilmiyorsun, bunun bir önemi de yok.
Sevdiğin kadın çoktan uyanmış, hazırlanmış. Okuluna gitmek için evden çıkmaya hazırlanıyor. Sen okula gidecek isteği ve motivasyonu kendinde bulamıyorsun. Tıpkı uyumaya ve uyanmaya dair bulamadığın gibi. Odada olmadığı için onu görmüyorsun ama çıkardığı seslerden ayakkabılarını giydiğinden eminsin. Seni öpmeden çıkacak mı evden sahi? Belki seni düşündüğünü düşünüyorsun, sırf seni uyandırmamak için bunu yapmamış olabileceği aklına geliyor ama yine de onun tarafından öpülmüş olmak, tam uykuya daldığın sırada uykundan uyanmaya değer.
Adıyla sesleniyorsun ona, “efendim” diyor. “Beni öpmeden mi gideceksin” diye soruyorsun, “geç kaldım çıkmam lazım” diye ilgisiz bir cevap veriyor. “Tamam” diyorsun huylandığını belli etmemeye çalışarak, “iyi dersler” demeyi de ihmal etmiyorsun. Daha sonra kapının sesi duyuluyor. O sesi kulağında öyle şiddetli duyuyorsun ki, dünyanın tüm kapıları o an yüzüne kapanmış gibi.
Gözlerini kapatıp, tekrar uyumaya çalışıyorsun ama uykun gelmiyor, düşüncelerin ortaya çıkıyor bir kez daha. Uzun süredir kafanın içinde varlığını her geçen gün daha da fazla hissettiren, seni her defasında daha fazla rahatsız eden düşünceler. İçinde bambaşka biri var artık, olmasını hiç istemediğin. Sana ne kadar değersiz olduğunu, aslında hiçbir zaman sevildiğini, bundan sonra da sevilmeyeceğini, ne kadar yalnız olduğunu, ne kadar başarısız olduğunu, asla başarılı olamayacağını söylüyor. Bunlardan kaçmak istiyorsun, içindeki bu seslerden kurtulmayı diliyorsun. Ama gürültü insanın içindeyse, nereye giderse gitsin kurtulması mümkün olmuyor. Bunu en iyi sen biliyorsun. İçindeki o hiç var olmasını istemediğin bambaşka biri, ölümü getiriyor aklına. Henüz yirmi yaşında, bu kadar gençken ölümü düşünüyorsun. Aslında bu düşünce, o kadar uzun zamandır beyninin bir yerlerinde ki, ölmek artık senin için acıklı bir son değil aksine her şeyin düzelebileceği yeni bir başlangıç. Kim bilir belki de ölürsen, anca o zaman susar içindeki o bambaşka biri. Bunları getiriyorsun aklına. Ama beyninin başka bir yerlerinde sevdiğin ve ne şanstır ki aynı zamanda o tarafından sevildiğin kadın geliyor. Sanki hiç var olmasını istemediğin bambaşka birine karşı elindeki tek silahın o kadınmış gibi hissediyorsun.
Günlerin böyle huzursuz, mutsuz bir şekilde geçerken artık birlikte uyandığın o kadındaki değişimleri anlıyorsun. Belki her şey yolundaymış gibi yapmayı tercih ediyorsun ama aslında sen de farkındasın her şeyin, özellikle yavaş yavaş o sonun geldiğinin. Başlayan her şeyin bir sonu var bu hayatta, tüm sevgilerin, dostlukların hatta saygının bile. Bunu en iyi sen biliyorsun ama yine de herhangi bir sonu yakıştıramıyorsun. Aptalı oynamak, bir aptal olmaktan iyidir diye kendini teselli ediyorsun belki de. Ancak sen ne yaparsan yap, sen ne kadar çabalarsan çabala, o mutlak sona engel olamıyorsun. Seni sevdiğini söyleyen o kadın, geçiyor karşına. Hatta geçmiyor, sen onunla aynı evi paylaşırken, telefondan ayrılmak istediğini söylüyor. Ağlıyorsun. Sonunu bildiğin ama yine de izlerken ağlamadan edemediğin bir film gibi. Ağlamaktan nefret ediyorsun, ağlamamak istiyorsun ama buna engel olamıyorsun. Uzun zamandır o kadar çok ağladın ki, gözyaşının artık akmayacak olmasından bile korkuyorsun. Kendini suçluyorsun, daha doğrusu kendini suçlamaya devam ediyorsun. O içinde varlığını sürdüren bambaşka biri yüzünden olduğunu söylüyorsun. Tüm bunların nedeni, sana kendini kötü hissettiren o düşüncelerin. Bugüne kadar seni bu dünyada en çok anladığını ve anlayacağını düşündüğün o insan, işte o kadın yine anlar diye umut ediyorsun. Ancak anlamıyor.
Ya da kim bilir anlıyor ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Hangisi daha kötü? Bu da senin için önemli değil. Bir masal gibi başladı ve her gerçek şey gibi bitti. Seni seven, senin yanında olan, sana güç veren o kadın artık yok. Bunun nedeni olarak da seni mutsuz ettiğini ve sana iyi gelmediğini düşünmesi. İçinde bir yerlerde olan ama senin olmasını istemediğin o bambaşka birine nasıl iyi geldiğinden bile haberi yok bu kadının, olsa yine de gider miydi? Bunun bir önemi yok, çünkü gitti. Biliyorsun, farkındasın. Bu bilinç acı veriyor sana. Bilenle, bilmeyen aynı değil eminsin.
Tüm kusurlarını, tüm hatalarını, tüm yanlışlarını bilen, seni olduğu gibi kabul eden ve belki de buna rağmen seni sevmiş, senin yanında olmayı tercih etmiş kadın gidiyor. Artık daha sevgisiz, daha yalnız, daha değersizsin. Bunun farkındasın. İçindeki o bambaşka biri konuşmaya devam ediyor, konuştukça konuşuyor. Sana ölümü hatırlatıyor, ölmenin sana ne kadar çok yakışacağından bahsediyor. Ölmeyi düşlüyorsun. Ölünce her şeyin sona ereceğini, hasret olduğun o deliksiz ve derin uykuya nihayet kavuşabileceğini, sana göre olmayan bu dünyaya ölümünle koca bir siktir çekebileceğini söylüyor içindeki o bambaşka biri. Belki de ilk kez hak veriyorsun bu sese, onu dinlemeye meyillisin artık, neticede sana değer veren, seni seven, sana yalnız olmadığını hatırlatan hiç kimse yok artık. Hepsini hayatından kaçırmayı başardın. O sese hak veriyorsun belki de. Gerçekten sen, sevilmeyi hak etmeyen, asla sevilmeyecek, herkesin hayatında bir zamanlar eşlik edip daha sonra aklına bile gelmediği bir şarkı gibi unutulup gideceksin. Herkes unutacak seni, diğerleri için kolay olan bu unutmak senin için asla mümkün olmayacak. Onlar gibi olmak isteyip, kendini unutmayı dileyeceksin. Unutmayı bilen insanları sevdin, onlara değer verdin ve sen unutmayı öğrenemedin. Tıpkı yaşamayı beceremediğin gibi. Tüm bunları geçiriyorsun aklından ve bu düşüncelerin tümü o kadar acı veriyor ki sana, bu kadar kolay vazgeçilebilen olmak sana kendini o kadar kötü hissettiriyor ki, bu dünyanın sana göre olmadığını kabul etmek dışında başka bir şansın kalmıyor. O an bir karar veriyorsun. Senin fikrin alınmadan geldiğin bu dünyadan, kendi isteğinle gitmek istiyorsun. Ne acı, hayatla ilgili yapmak istediğin çok şey varken daha.
Öleceksin. Ölünce ne olacak? Her şey bitecek, her şey sona erecek. En azından senin için. Peki ya senin arkandan neler diyecekler? “İyi bir insandı, karıncayı bile ezmezdi, sessizdi, sakindi, kendi halindeydi, çok kibardı, bu dünyadan daha çok kendi kafasında yaşadı, kendisinden başka kimseye kötülüğü dokunmadı…” Bunları derken hayal ediyorsun onları. Ama hiçbirine inanmıyorsun. Hepsi, senin ölümünde bir suçluluk hissetmemek adına kuracak bu cümleleri. Belki seni ayıplayacaklar, sana hiç yakıştıramayacaklar ölümü. Ne yaşadı kim bilir, çok gençti vah vah, derdi neymiş ki diye söylenecekler belki de. Yaşarken tutmadıkları elini, öldükten sonra onlara uzatmadığın için yine seni suçlayacaklar. Oysa ki, tüm bunları düşünürken bile aslında elini tutacak bir el aramıyor musun? Bir yandan onlar tarafından anlaşılmak isteyip, bir yandan sırf anlaşılamayacağını bildiğin için kaçmadın mı onlardan? Ama yine seni suçladılar. Yalnızlığın senin kendi tercihin olduğunu söylediler, o yalnızlıkta paylarının olmasını istemedikleri için. Kim bilir belki de ölümünden sonra kendilerini aklayabilmek adına yaptılar bunu. Ya seni terk eden o kadın? Üzülecek midir? Pişmanlık hissedecek midir? Hayır.
Unutmasını bilen kadını sevdin, yapacak bir şey yok. Sen onun için çoktan öldün, varlığının değeri olmadı ki, cansız bedeninin bir anlamı olsun? Çoktan unutuldun, onun için bir anıdan, belki de yıllar sonra hatırlamak istemeyeceği bir geçmişten ibaretsin. Hayatındaki diğer insanlar için de zaman zaman hatırlayıp gülümseyecekleri anılardan. Biraz sonra kendini öldüreceksin. Bunun kararını kesin olarak verdin, gözünden akan yaşlar aldatmasın seni. Gözyaşları, yaşama isteğinden değil, bu kadar gençken ölmeyi bir kurtuluş olarak görmenin ve hayatındaki herhangi bir insanın da başka bir kurtuluşun var olduğunu sana göstermemiş olmasının yaşlarıdır bunlar. Uzun zamandır aklında olan, artık varlığını engelleyemediğin bu ölme arzusunun önüne geçebilecek kimse de yok artık. Tüm sevgilerin, bütün tutkuların, hepsi öldü. Önce onlar öldü, şimdi de sen öleceksin. Bunu yaptıktan sonra insanlar bunu aşk için yaptığını düşünebilirler.
Aldatıldığını ve alay edildiğini düşündüğünde haklı da olabilirler, bunun farkındasın. Ya da daha doğrusu böyle bir kadına inanmış olmak, onu değiştirebileceğine inanıp, kendini onun peşinden sürüklemek, yaptığı onca şeye rağmen onunla olabilmek adına kendinden ödün verip, aslında ne kadar aciz, güçsüz, zayıf ve yalnız biri olduğunu görmektir belki de seni bu kaçınılmaz sona götüren. Bunu en iyi sen biliyorsun. “İnsan kendini bir kadına duyduğu aşk yüzünden öldürmez. Aşk bizi tüm çıplaklığımız, sefilliğimiz, düşkünlüğümüz ve hiçliğimizle açığa vurduğu için öldürür” diyen yazara hak veriyorsun. Ve ne gariptir ki, o yazarla aynı kaderi paylaşmak üzerindesin. Son bir cümle yazmak istiyorsun bir kağıda. Hemen eline kalem alıyorsun. Her zaman havalı bir cümle kurmayı hayal ettin. Ancak hayalinde her son cümleni yazdığında buna engel olan o kadın da artık olmadığına göre, kalemi oynatmanın vakti geldi. Şimdi masanda bir kağıt var ama sen olmayacaksın. Son kez bakıyorsun kağıda, okuyorsun yazdığın cümleyi. Pek havalı değil ama olsun bunun da önemi yok artık. Nasıl yaşadıysan, öyle öleceksin. Değersiz ve kimse tarafından önemsenmeden.
“Yaşamayı beceremedim ve bu dünyaya ait olamadım.”
Gözlerini açıyorsun. Evet, bir kez daha uyandın. Çünkü yaşamayı beceremediğin gibi ölmeyi de beceremedin, ölüme de ait olamadın. Kafanın içinde o sesler dönüp duruyor, onları duyuyorsun. Özellikle senden çok şey götüren, içinde taşıyıp durduğun o bambaşka birinin söylemleri yankılanıp duruyor zihninde. O içindeki bambaşka birinin adı var artık, biliyorsun, major depresyon. Bu da onun günlüğü. Yani senin hikayen.