Kelt Masalı: Kanaryaotu tarlası

Leprikonları hep duyardım, aslını söylemek gerekirse hiçbir zaman onların varlığına inanmadım, ancak gel gör ki bir tanesi tam karşımda duruyor. Eğer bu şansı değerlendirirsem zengin oldum demektir. Gözlerini asla üstlerinden çekmemen gerektiğini söylerler, yoksa kaçarlarmış.


Hasat zamanının güzel bir gününde ki sözkonusu gün herkesin bildiği gibi yılın en iyi bayram günlerinden biri olan Meryem Ana Yortusu’ydu, Tom Fitzpatrick toprak zeminde geziniyordu ve çitin güneşli kısmına doğru yürüyordu. Birden çitin önünde bir çeşit çıtırtı duydu. “Olur şey değil,” dedi Tom, “Sezonun bu zamanı, taşkuşlarının ötmesi için çok geç değil mi?”

Bu sebeple dikkat çekmeden, parmak uçlarında ilerleyerek sesi çıkaran şeyin ne olduğunu görmeye çalıştı. Acaba tahmini doğru muydu? Ses durdu, ancak Tom çalılıkların arasından keskin gözleriyle baktığında gördüğü şey, çitin kenarında duran ve aşağı yukarı beş litre içkiyle dolu kahverengi testiden başka bir şey değildi; yanında da kenarları kalkık katlanmış şapkası
ve önünde asılı deri önlüğüyle mini minnacık yaşlı bir adam duruyordu.

Küçük adam tahta bir oturak çıkardı ve üstüne çıktı, küçük tahta maşrapasını testinin içine daldırıp dolu bir halde çıkardı; sonra bu maşrapayı oturağın hemen kenarına koyup çitin altına oturdu ve tam kendisine uygun olan ayakkabısına bir topuk çakmak için çalışmaya başladı.

“Şaşılacak şey,” dedi Tom kendi kendine, “Leprikonları hep duyardım, aslını söylemek gerekirse hiçbir zaman onların
varlığına inanmadım, ancak gel gör ki bir tanesi tam karşımda duruyor. Eğer bu şansı değerlendirirsem zengin oldum
demektir. Gözlerini asla üstlerinden çekmemen gerektiğini söylerler, yoksa kaçarlarmış.”

Leprikon

Tom azıcık daha ilerledi, tıpkı bir kedinin bir fareye baktığı gibi, gözlerini küçük adamın üstüne sabitlemişti. Ona iyice yaklaşınca “Tanrı yardımcın olsun komşu,” dedi.

Küçük adam, kafasını kaldırıp “Çok teşekkür ederim,” dedi.

“Bayram günü neden çalışıyorsun ki?” dedi Tom.

“Bu beni ilgilendirir, seni değil,” cevabını aldı.

“Öyle mi, umarım bana testinin içinde ne olduğunu söyleyecek kadar naziksindir,” dedi Tom.

“Bunu zevkle yaparım, testi iyi bir birayla dolu,” dedi adam.

“Bira mı?” dedi Tom. “Üstüme iyilik sağlık! Nereden buldun onu?”

“Nereden mi buldum? Ben yaptım, peki sence neyle yaptım?”

“Hiç mi hiç bilmem, ancak arpa diye tahmin ediyorum, başka ne olabilir ki?” dedi Tom.

“Al işte yanıldın. Çalılardan yaptım.”

“Çalılardan mı?” dedi Tom, gülmekten ölecekti. “Buna inanacak kadar aptal olduğumu düşünmüyorsun değil mi?”

“İster inan ister inanma, fakat sana söylediğim şey doğru. Danları hiç duydun mu?”

“Ne olmuş onlara?” diye sordu Tom.

“Ne mi olmuş, olan şey şu, onlar buradayken bize çalılardan bira yapmayı öğretmişler, o zamandan beri ailem bu
işin sırrını biliyor.”

“Biranı tadabilir miyim peki?” diye sordu Tom.

“Sana şunu söylemeliyim genç adam, kendi halinde sessiz sakin insanları aptal sorularınla bunaltacağına babanın
mülküne göz kulak olman senin için daha iyi olur. Al işte, sen zamanını burada boşa harcarken inekler yulaflara dalmış, mısırları da mahvetmiş.”

Tom bu laflara o kadar şaşırmıştı ki tam arkasını dönecekken kendine geldi. Böyle bir şeyin tekrar olma ihtimaline
karşı leprikona doğru atıldı ve onu elinden yakaladı. Ancak acele ettiğinden testiyi devirdi ve tüm birayı döktü. Artık
biranın tadına bakıp nasıl bir şey olduğunu bilemeyecekti.

Hemen ardından eğer paranın nerede olduğunu söylemezse onu öldüreceğine dair yemin etti. Tom o kadar kötü ve zalim
görünüyordu ki küçük adam bayağı korkmuştu, bu yüzden, “Benimle birkaç tarla boyunca gel, sana bir çanak dolusu altının yerini göstereceğim,” dedi.

Böylece yola çıktılar. Çitleri ve hendekleri geçmelerine, bataklıkları aşmalarına rağmen Tom, leprikonu eliyle sıkı
sıkıya tutuyor, gözlerini de ondan hiç ayırmıyordu. En sonunda kanaryaotları ile dolu kocaman bir tarlaya vardılar.
Leprikon büyük bir kanaryaotunu işaret edip “Şu kanaryaotunun altını kaz, böylece kocaman bir çanak dolusu altın
senin olacak,” dedi.

Tom, aceleyle yola çıktığından yanında bir kürek getirmeyi akıl edememişti. Hemen eve gidip bir kürek almayı
düşündü; kırmızı çorap bağlarından birini çıkarıp kanaryaotunun etrafına bağladı, böylece altının yerini kaybetmeyecekti.
Sonra leprikona dönüp “Çorap bağını o kanaryaotundan çıkarmayacağına dair yemin et,” dedi. Leprikon da çorap bağına dokunmayacağına dair yemin etti.

“Sanıyorum ki…” dedi leprikon nazik bir şekilde, “benimle bir işin kalmadı.”

“Kalmadı,” dedi Tom. “Eğer dilersen artık gidebilirsin, Tanrı seninle olsun ve nereye gidersen git şans yanında olsun.”

Leprikon, “Öyleyse kendine iyi bak Tom Fitzpatrick, umarım altının sana çok faydası dokunur,” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Tom canını dişine takıp koştu, eve gidip küreği aldı ve yine aynı şekilde kan ter içinde kanaryaotu
tarlasına ulaştı. Ancak oraya geldiğinde bir de ne görsün!

Tarlada çorap bağı bağlanmamış tek bir kanaryaotu bile yok, üstelik hepsi de birbirinin tamamen aynısı. Tüm tarlayı
kazmak da saçmalık olurdu, çünkü tarla neredeyse 30 hektardı. Bu yüzden Tom küreği omzunda eve döndü, giderkenki heyecanından eser yoktu, sonrasında başına gelen şey ne zaman aklına gelse leprikona bela okudu.

 


%d blogcu bunu beğendi: