Giovanni Boccaccio (16 Haziran 1313 – 21 Aralık 1375) İtalyan bir yazar ve şairdi. Rönesans hümanizmi için oldukça önemliydi; eserleri arasında Decameron en fazla tanınanıydı. Döneminde realizmi, hisleri ve zekasıyla kullandığı için önemli olmuştur.
Floransalı bir bankacının; evlilik dışı bir ilişkisinden doğan Boccaccio’nun, önceki bir biyografisinde annesinin Parisli bir kadın olduğu ileri sürülmüştür.
Floransa’da büyümüş; ve Dante’den esinlenmiştir. Babasının Napoli’ye taşınması üzerine; O da taşınır ve 6 yıl burada yaşar. Studium’da hukuk eğitimi aldıktan sonra; bankacılık yerine hukuka yönelir. 1330 yılında Mario ve Giulio isminde iki de evlilik dışı çocuğu olur.
Bu dönemde Filostrato ve Teseida şiir çalışmalarına da başlar ve Fransız edebiyatından esinlenir. Floransa’ya veba salgını sonrasında 1341’de geri döndükten sonra; Ameto’yu yazar. 1344’de tekrar evlilik dışı bir çocuğu Violante doğar.
1348’deki kara ölüm Floransa’yı da oldukça etkiler ve bu daha sonra Decameron’da kullanılacaktır. Bu salgında nüfusun %75’i ölür.
Decameron’u yazmaya 1349 yılında başlayan Boccaccio, 1352’de eserini bitirmesine rağmen, 1370-1371 yıllarında da eserini tekrar yazar. Yazıtları hala günümüzde mevcuttur.
Giovanni Boccaccio dünya edebiyatının ilk hikâyecisi olarak sayılmaktadır (Decameron ise ilk hikâye).
Obezite sorunları da yaşayan Boccacio, son yıllarını hastalıkla geçirir ve 21 Aralık 1375’de ölür.
İlk Hikayeci
Giovanni Boccaccio, İtalyan dilinde düzyazının temelini atan yazardır. Yazı dili olarak Latince’nin kullanıldığı on dördüncü yüzyıl İtalya’sında, Boccaccio başyapıtı ‘Decameron’u halk ağzıyla (İtalyanca) yazmış, bu kitabında hem bir çağın günlük yaşama biçiminden gerçekçi gözlemler aktarmış, hem de İtalyan dilinin daha sonraki gelişme aşamalarına kaynak oluşturacak bir düzyazı düzeni kurmuştur.’
Dünya edebiyatının ilk hikâyecisi olarak sayılan ‘Boccaccio’nun 1348-1351 yılları arasında yazdığı başyapıtı ‘Decameron’ on gün boyunca anlatılan yüz öyküden oluşur. Günde on öykü anlatılır. Her günü bir kral ya da kraliçe yönetir. Yazar ‘Decameron’un önsözünde kitabın özelliklerini açıklar, sevenlerin, özellikle de seven kadınların acılarını hafifletmeyi amaçladığını belirtir. ‘Decameron’ gelişmekte olan Floransa burjuvazisinin, işleri nedeniyle sık sık uzak ülkelere giden kocalarının dönüşünü beklemekle ömür tüketen kadınları için yazılmıştır.
Veba salgınından kaçmak için bir araya gelen yedi genç kadınla üç genç erkek ‘gönüllerince yaşayarak gülüp eğlenmek aklın sınırları dışına taşmayan zevkler tadabilmek ‘ amacıyla, önce Fiesole dolaylarında bir evde, sonra da bir şatoda konaklarlar. Her gün (cumartesi ile pazar dışında) öğleden sonra, her biri bir öykü anlatır. Öykünün konusunu günün yöneticisi (kral ya da kraliçe belirler. Birinci ve dokuzuncu günde ise, herkes istediği öyküyü anlatır. Böylece yüz öykü anlatılmış olur. Mutluluklar, gönül yaraları, kadın erkek ilişkileri, yerinde verilen yanıtlar, çıkar peşinde koşan din adamları, öykülerin başlıca konularını oluşturur. Her günün bitiminde yemek yenir, şarkı söylenir, dans edilir.’
Decameron eğlendirici ve edebi yönünün ötesinde, 14. yüzyıl batı hayat tarzını anlatan tarihi bir belge olarak büyük önem taşır. Decameron, hümanizmin doğuşundan önce hümanizmi müjdeleyen ve skolastik düşünceye karşı muhalefet bayrağını açan ilk yapıtlardandır.
15. ve 16. yüzyılları kapsayan, insanın dinsel baskı ve dogmalardan kurtularak kendine dönüşünün bir ifadesi olan Rönesans ( yeniden doğuş ) sürecinde özgürleşme özlemleri, toplumsal ve kültürel uyanış, edebiyat, bilim ve sanatlardaki gelişme kiliseye geri adım attırmıştır. Yunan edebiyatı ve Latin edebiyatı ürünleri Avrupa?daki ulusal dillere çevrilmiştir. İşte Decameron’da bu dönemde büyük önem taşımıştır.
Boccaccio, dinsel konuları değil, doğrudan insanı anlatmış; günlük olayları işlemiştir.
https://www.dutlukdergi.com/yalanci-asci-ve-turna-kusu/