Farkında Olmak ya da Olmamak

Farkındalık, günümüzde çok duyduğumuz bir kavram. Kurumsal şirketlerde verilen eğitimlerin, bireysel veya grup eğitimlerinin çoğunun merkezinde farkındalık var. Bu kadar mı hayatımızda ve çevremizde olup bitenlerin farkında değiliz ki, öne çıkan bir kavram haline geldi? Belki de asıl nedeni, kendimizin farkında olmaktan her geçen gün daha da uzaklaşıyor olmamızdır.


[3d-flip-book mode=”fullscreen” urlparam=”fb3d-page” id=”2975″ title=”false”]

Farkındalık, günümüzde çok duyduğumuz bir kavram. Kurumsal şirketlerde verilen eğitimlerin, bireysel veya grup eğitimlerinin çoğunun merkezinde farkındalık var. Bu kadar mı hayatımızda ve çevremizde olup bitenlerin farkında değiliz ki, öne çıkan bir kavram haline geldi? Belki de asıl nedeni, kendimizin farkında olmaktan her geçen gün daha da uzaklaşıyor olmamızdır.

Doğduğumuz andan itibaren öz benliğimizi etkileyen pek çok faktörle oluşmaya başlıyor davranış şekillerimiz. Öncelikle ailemizden aldığımız bakış açıları, tutumlar ve belki de travmalar. Daha sonra tüm hayatımız boyunca etkisi altında kaldığımız stres faktörleri, yaşam mücadelesi, acılar, zorluklar, ulaşılmaya çalışılan bitmek bilmeyen hedefler… Tüm bu hareketliliğin ve koşunun içinde, endişe ve kaygı duygularının çoğu zaman etkisindeyken, kaçımız kendinin gerçekten farkında? Kararlar, davranışlar ve hedefler bize mi ait yoksa öğrenilmiş ve koşullanmış davranışlar mı? Ya da endişe, korku ve öfke duyguları mı etkiliyor tepkilerimizi ve kararlarımızı?

Belki de bu kadar öteye gitmeye bile gerek yok. Daha yakından, çok da derinlere inmeden, çok da irdelemeden de sadece beş duyumuzu nasıl kullandığımıza bakmamız bile yeterli olacaktır farkındalığımızı fark edebilmemiz için. Gerçekten, dinliyor, görüyor, kokluyor, tat alıyor ya da dokunuyor muyuz? Yoksa zihin hep bir yerlerde ve yediğimiz yemeğin tadını alamıyor, esas söyleneni duyamıyor, bakıyor ama görmüyor muyuz? Beş duyumuzu fark etmemiz bile farkındalığımızı arttırabilmemize, kendimizle bağ kurabilmemize,  sürekli geçmiş veya gelecek stresi içinde kaybolan zihni şimdiye getirip sakinleştirebilmemize ve hem kendimize hem de hayatımıza daha berrak bir zihinle bakarak seçeneklerimizi de görebilmemize olanak sağlar.

Farkındalık çok geniş bir anlam içerse de aslında temelde en basit beş duyumuzun farkındalığıyla başlar yolculuk. Benim de Mindfulness eğitimlerimde öncelikle katılımcılardan istediğim, beş duyu pratiğini her gün yapmalarıdır; Her ne yapıyorsan sadece birkaç dakika dur ve gözlerini özgür bırak, sadece etrafta dolaşsınlar. Gördüğün objelerin rengini ve dokusunu fark et. Sonra dinle, ses duyuna odaklan. Uzaktaki ve yakındaki sesleri duymaya çalış. Ve kokla, koku duyunu fark et. Ağzındaki tatlara ver dikkatini şimdi de, tat duyuna odaklan. Bedenini fark et şimdi. Oturuyorsan, bedeninin oturduğun yerle temasını fark et, ellerini, ayaklarını…

Farkındalık üç safhadan oluşur. Öncelikle beş duyuyla başlar. Oradan daha da içe, duygulara, hislere, tüm bedensel duyumlara yönelir ve öz keşfe doğru yol alır. Benliğe ulaşmak iç huzuru getirir ve özgürleşmeyle tamamlanır.

“Sadece sus ve gözlerini kapa
Dinle uzakları
Duyabilirsin
Beşiktaş vapurunun iskeleye yanaştırdığı merdivenin çarpma sesini
Beykoz’daki balıkçının oltasını sarışını
Arnavutköy’de suya atlayan çocukların gülüşmelerini
Sarıyer’de bayram temizliği yapan kadının halıya vurduğu fırçanın ritmini
Martıların, sığırcıkların sohbetini
Şimdi yakına gel
Daha da yakına
Çok yakına
Dinle içindeki çarpmaları, sarışları, gülüşmeleri, ritmi, sohbeti
Ve var olan her şeyin senden oluşunu
İçe dönüp bakmanın yeterli oluşunu”