…
Hem Orta çağ ve Rönesans edebiyatlarındaki ortak kullanımları hem de millî farklılıkları önemseyen Tanpınar, aşağıda örneklerde görüleceği üzere edebî eserlerinde çiçek ve ağaçların mitolojik çağrışımlarının yanı sıra kültürel çağrışımlarını da dikkate almıştır.
Gül: Gül, dünya edebiyatında olduğu gibi Türk edebiyatında da daha çok kadın güzelliği için kullanılan ve kırmızı renginden dolayı aşkı sembolize eden bir çiçektir. Tasavvufi sembolizmde ilahi güzelliği ifade ettiği gibi Hz. Muhammed’i de temsil etmektedir. Hristiyanlıkta ise haç ortasındaki beş yapraklı gül, “saf öz”ü temsil eder. Klasik edebiyatımızda
rengi, şekli, kokusu, dikenleri, kısa ömürlü oluşu ile en çok kullanılmış benzetme unsurlarındandır (Ayvazoğlu, 1992: 92-101).
Edebiyatta yeni anlatım teknikleri geliştirmek gibi yeni ve etkileyici imajlar kullanmak da marifet sayılmış ve bu anlamda sanatçılar okurların muhayyilesini tahrik etmeye çalışmışlardır. Hâlbuki Tanpınar’ın imaj dünyasına baktığımızda pek çoğunun geleneksel olduğunu, şairin yeni imajlar bulmak yerine mevcut imajları karmaşık şekillerde, onlara yeni
anlamlar yükleyerek kullandığını söyleyebiliriz. Mesela “gül” de geleneksel imajlardan biridir. Fakat Tanpınar, onu kalıplaşmış sembol anlamına gelen “mazmun” olmaktan uzak, yenilenmiş, zengin bir imaj hâline getirir.
Rus yapısalcıların metin incelemelerinde kullandıkları “alışkanlığı kırma”, Tanpınar’ın imaj dünyasına son derece uygun bir terimdir. Onun eserlerinde gül; ideal kadın güzelliği kadar İstanbul’u, ferdin karşısında cemiyeti, ölümün karşısında ebediyeti ve sanatı, karanlığın karşısında ayıdınlığı ve yeniden doğuşu sembolize etmiştir. Ayrıca ermiş, rind-meşrep
veya kahraman kişilerin sembolü olarak “çınar”; eşikte kalmış, trajik, diş tarafı (animası) baskın erkek karakterlerin sembolü olarak da “incir” görülmektedir. Gül ise ideal, saf kadın güzelliğini temsilen karakter yaratmada işlevsel olarak öne çıkmaktadır. Söz konusu imajlar eser boyunca sürekli kendilerini hatırlatırlar ve iç dünyaları zengin olan bu kişiler genel
hatlarıyla değişiklik göstermezler. Mahur Beste’de Atiye, Huzur’da Nuran, Sahnenin Dışındakiler’de Sabiha, Aydaki Kadın’da Leyla, “Evin Sahibi”nde Zeynep, “Yaz Yağmuru”nda yaz yağmuruyla gelen kadın adı geçmese de ışığın, güzelliğin, ebediyetin sembolü gülü çağrıştıran mucizevî, ideal kadınlardır.
Tanpınar “İstanbul’un Mevsimleri ve Sanatlarımız” başlıklı yazısında bizim kültürümüzde gül ve lalenin önemine dikkat çeker. Lalenin bir üslup motifi olduğunu, ancak günümüzde sembol olma özelliğini kaybettiğini, zevk denilen terkibin dışında kaldığını belirterek “arkasından tanrısı çekilmiş herhangi bir şekil” diye hayıflanır. Gül ise motif değil,
yaşayan hayattır. Bu anlamda bir üslup çiçeği olan lale, ait olduğu kültür ve medeniyetle sınırlı kalırken “en cömert plastik” olan gülün yayıldığı alan daha geniştir: “Lale zevkinde şairlerimizle dünyayı pek az birleştirebilirim. Hâlbuki gülde Ronsard’dan Rilke’ye kadar bir yığın şair Nedim’le beraber yürürler” (Tanpınar 2013b: 157-176). Nitekim “Kış
Bahçesi” şiirinde “Lalenin üslûbu, gülün sevinci, menekşenin kederi” mısraında gül sevinçle birlikte anılır.
Tanpınar’ın eserleri fert-cemiyet, ölüm-hayat, karanlık-aydınlık gibi ikili karşıtlıklar üzerine kuruludur. Gül; hayatı, devamlılık fikrini çağrıştıran bir imaj şeklinde kullanılırken bunun karşısında yılan, “külçelenmek” fiiliyle birlikte ölüme, haz ve günah duygusuna, trajik olana götürür. Yine tek başına veya gülle birlikte sarmaşık; sarıp sarmalamasıyla dünyevî arzuları, tekinsizliği sembolize eder. Tanpınar Beş Şehir’in Bursa kısmında hatıralarını ararken “Acaba Hüdavendigar Camii’ne gitsem, onun akşam rengi loşluğu içinde beş yıl önce bu camii beraberce gezdiğimiz güzel çocuğun tebessümünü bulabilir miyim?” diye kendi kendine sorar. O çocuk tebessümü, mabedin içinde bir akşamüstü “taze bir gül gibi” parıldamıştır. Yine bu gülüşle şair, sessiz taşlara sinmiş ruhların kendilerini bir an “yeni açmış bir gül fidanı gibi” taze, ıtırlı ve mesut bulduklarını düşünmek ister. “Gül”e benzettiği bu çocuk gülüşü ölümün karşısına çıkarılan aydınlığı, hayatı imleyen önemli bir unsurdur.
Yazının devamında şairin yalnızlığına eşlik eden karanlık düşünceler ve ölüm fikri, yılan imajıyla birlikte kendini iyice görünür kılar. Bütün hilkat, ona canı sıkılan bir tanrının kendi kendini eğlendirmek için icat ettiği bir oyun olarak görünür. Fikirleri, duyguları imajlarla anlatmaktan hoşlanan Tanpınar (1995: 125) “yılan” kelimesini kullanmadan, onu çağrıştıran ifadelerle ölüm fikrini, karanlık düşünceleri şöyle anlatır:
“Hiç ummadığımız zamanda o gelir, karşımıza oturur, gözlerini gözlerimize diker… Kaç defa ondan en uzak bulunduğum sandığım bir anda bulanık, ıslak nefesini alnımda duydum. Okşadığım tende, kokladığım gülde, içtiğim içkide hep o zehir vardı. En hazlı, en mesut uykudan uyanır uyanmaz bu acayip ifriti siyah meşinden bir mahlûk gibi kollarımın arasında bulmadım mı? Kim bilir belki de bizim için zamanın hakiki ritmini o yapıyor. Dakikalarımızı kendi arzusuyla uzatıp kısaltan ve bizi, küçük uyanışlara benzeyen itişlerle ölümün uçurum ağzına atan odur. En sonunda şeytani kahkahasını atarak üstümüze zamanın sürgüsünü çeker, fırının kapağını kapatır…”
…
Devamı 👇
[3d-flip-book mode=”fullscreen” id=”21028″][/3d-flip-book]